PARTNER İLİŞKİLERİ

İnsan bazen kendini anlatmakta, bazen de diğerini anlamakta sıkıntı yaşar. Acaba bu sıkıntıyı yaşamayan var mı? Sanmıyorum ama bu sıkıntıyı en aza indirmek bizim elimizde.

‘’Her şey bu kadar net ve ortadayken sen nasıl böyle düşünebiliyorsun?” “Beni neden anlayamıyorsun, şaşırıyorum?’’ diye serzenişte bulunan ya da içinden geçirmeyen insan var mıdır? Bunun daha ötesinde : “Yaşam partnerim olmadan daha mı güzel acaba?” diye içinden geçirmeyen bulunur mu bilinmez; ama gelin bir yolculuğa çıkalım, bu sorulara yanıt vermeye çalışalım.

İnsanlar var olma ve yaşamı sürdürme içgüdüsüne sahip olup kendini gerçekleştirme eğilimindedir. Carl ROGERS, Abraham MASLOW ve Rollo MAY’ in öncülük ettiği Hümanistik psikoloji akımı şuna vurgu yapar; insanların yaşam boyu yemek, içmek, cinsel doyum, sevgi, saygı, değerli hissetme, ait olma ve güven duygusu gibi fizyolojik, psikolojik ve sosyal gereksinimleri vardır. Bu akıma göre insanlar özgündür, anlam arayışı içindedirler ve kendilerini gerçekleştirmek isterler.

Gerçekten de hem dünyaya gelirken taşıdığı genetik özellikler ve biyolojik yapısıyla hem de büyüme, gelişme ve kendini gerçekleştirme sürecinde kazandığı psikolojik ve sosyal özellikleriyle her insan herkesten farklıdır, tek ve özeldir. Her bireyin farklılığı, tek ve özel oluşu yaşama ayrı bir anlam katar ve insana değerli hissetme duygusunu yaşatır. Bireyler arasındaki bu farklılık, partner ilişkileri ve toplumsal yaşamda, sonsuz sayıda bir renklilik ve mutluluk kaynağıyken, diğerini anlama sürecinde yeterli bir farkındalık olmadığında, sorunun kaynağı durumuna dönüşebilmektedir. Belki de en temel sorunlardan biri diğerinin farklı olduğunu kabul etmekte zorlanmamız ve kendimize benzetmeye çalışmamız.

Bireylerin farklı olmasının sonuçlarından biri insana iyi gelen ve onu mutlu eden etkenlerin farklı olması. Partnerimizi nelerin üzdüğü , nelerin mutlu ettiğinin farkında mıyız? Bir erkek olarak kadının, bir kadın olarak erkeğin gereksinimlerinin ne kadar farkındayız? Ne yazık ki ataerkil yapı, erkekçi bakış açısı ve kadın aleyhine toplumsal cinsiyet eşitsizliği birbirini anlama sürecinde kadını duygularını bastıran ve gereksinimlerini yok sayan konuma düşürürken, erkeğe gereksinimini dayatan konuma getirebiliyor.

Diğerini anlamaktaki sorunlardan biri de toplumsal cinsiyet eşitsizliği. Kadın evde ya da dışarda çalışsın yemeği yapar, sofrayı hazırlarken erkeğin ayaklarını uzatıp televizyon izlemesi ya da telefonuyla uğraşması, birbirini anlama bağlamında, ne kadar anlaşılabilir. Erkek partnerinin romantizme olan ihtiyacının farkında mı, kadın partnerinin erotizme olan ihtiyacının farkında mı, erkek partnerinin birlikte kaliteli vakit geçirme ihtiyacının farkında mı, kadın partnerinin takdir edilme ve performansının övülmesi ihtiyacının farkında mı? Bunlar ve bunlar gibi diğer farkındalıklar için kendimize şu soruları sormamız iyi olabilir; partnerim ne hissediyor, partnerim neye ihtiyaç duyuyor, partnerim için ne yapabilirim? Bu sorulara en iyi yanıtlar ve yaklaşımlar empati yaparak gerçekleşir.

Carl Rogers empatinin tanımını yaparken üç temel öğeye vurgu yapar; bir kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısı ile bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi. Prof.Dr.Üstün DÖKMEN bu üç temel öğeyi irdelerken özellikle empati kurma sürecinin tamamlanması için karşımızdakini doğru anladığımızı ona iletebilmemizin önemli olduğunu belirtir.

Birbirimizi anlamadaki sorunlardan biri de adalet duygusu ile olan sıkıntımız olabilir mi? Partnerimiz bir konuda bizden farklı düşündüğünde, bir konuda ona kızgın olduğumuzda, farklı bir konuda gerçekte onun haklı olduğunu düşündüğümüz halde, adalet duygusunu bir yana bırakıp bu farklı konuda da onu suçlayıp haksız olduğunu söylediğimiz anlar az mıdır? Kimi zamanlarda, bir konuyla bağlantılı olarak, olumlu yönlerini ve pozitif yaklaşımlarını görmezden gelip sadece hatalarına ya da olumsuz yaklaşımlarına odaklanıp suçladığımız ve kara bir tablo çizdiğimiz zamanlar az mıdır?

Birbirini anlamanın önündeki engellerden biri de koşulsuz sevgi yerine koşullu sevgi anlayışımız olabilir mi? Biri partnerimiz olduğu sürece, partner ilişkisinin gereğini yapmak yerine, sorumluluk almayıp, her şeyi partnerimizden beklediğimiz ve aynaya bakmadan, yalnızca partnerimizi suçladığımız dönemler bir gerçek midir?

Sanırım iletişim hataları da anlaşılma konusunda, istenmeyen sonuçlara yol açabiliyor; konuşurken ben dili yerine sen dilini kullanmak, somut konuşmak yerine soyut konuşmak, kadınlığına ya da erkekliğine saldırmak, başkalarıyla kıyaslayarak değersiz hissettirmek, olayı ya da konuyu kendi özelinde konuşmak yerine genelleştirmek gibi. 

Yazının girişinde belirttiğimiz anlamak ve anlaşılmak konusunda bazı soruların yanıtlarını bulmaya çalıştık. Bu konuyla ilgili olarak son sorumuz da ‘’ Yaşam partner olmadan daha mı güzel acaba? ‘’ idi.

İnsan haklarına saygılı olduğumuzda, toplumsal cinsiyet eşitliğini savunup gereğini yaptığımızda, farklılıkların yaşam için bir zenginlik ve renklilik kaynağı olduğunu gördüğümüzde, partnerimizi suçlamadan, aşağılamadan, başkalarıyla kıyaslamadan, ben dilini kullanarak duygu ve düşüncelerimizi paylaştığımızda birlikteliğin getirdiği doyum dünyalara bedel. Yani yaşam ’’  birlikte’’ ayrı bir güzel.