Bir toplumun ilerlemesi kadınlarının özgürleşmesiyle başlar.

Mustafa Kemal Atatürk, bunu erken fark eden ve sözde bırakmayan, hayata geçiren bir liderdi. O, bir milletin ayağa kalkmasının, ancak kadın ve erkeğin omuz omuza yürümesiyle mümkün olduğunu biliyordu.

Cumhuriyet'in ilk yıllarında dünya daha kadın haklarını konuşmaya yeni başlamışken, Atatürk çok daha ötesini hedefliyordu. Kadına yalnızca "anne" ya da “eş" kimliğiyle değil, birey olarak bakıyordu. Kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanması, eğitimde eşit fırsatlara sahip olması, toplumsal yaşamın her alanında yer alabilmesi, onun, çağının çok ötesinde bir vizyona sahip olduğunu gösteriyor.

" Bir toplum, cinslerinden yalnız birinin yüzyılımızın gereklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum zayıf kalır" demişti. Bu söz bir çağrı ve bir devrim manifestosuydu.

Kadın, artık geri planda tutulmayacak, toplumsal gelişimin temel taşı olacaktı. Kadın eğitilirse dünya eğitilmiş olacak, toplumlar böylece refah seviyesine ulaşabilecekti.

Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet, kadınlara haklar vererek onlara bir kimlik, bir gurur ve bir ses kazandırdı. Anadolu'nun köylerinden şehir meydanlarına, öğretmen kürsülerinden meclis sıralarına kadar kadın artık görünür, duyulur oldu. Çünkü Atatürk, bu ulusun kadınlarına " Siz insansınız, hem de her hakkın en güzeline layıksınız" demiştir.

Bugün hala Türk kadını, Atatürk 'ün açtığı yolda yürürken onun mirasını başı dik, yüreği özgür, aklı aydınlık bir şekilde taşımakta.

Atatürk'ün kadın devrimi, yalnızca geçmişte yaşanmış bir dönüşüm değil, hala süren ve bütün çağlarda sürecek bir çağrıdır.

Çünkü O, bir ülkeyle birlikte bilinçlere de güneş gibi doğmuştur.

Bu bilinçle, aklı hür, vicdanı hür kızlar yetiştirmeye devam edeceğiz.

Atamızın ışığının tüm dünyayı sarması dileğiyle ... Hoşça kalın, sevgiyle kalın.