Marcus Tullius Cicero, adaleti savunma arzusuyla bilinen roma dönemi hukukçularından birisidir. Ahlakın, etiğin, devletin, vatandaşlığın ve ne olduğunu/olması gerektiğini felsefi bir düzlemde tartışacak kadar iyi bilen Cicero; kural koymanın düzen sağlamak demek olmadığını bizden binlerce yıl önce anlamıştı; 'Ne kadar çok kanun, o kadar az adalet'...

Uzun yıllardır 'kültürel mirasın korunması ve kurtarılması' konusunda bir bilinç oluşturmaya çalıştığım bu serüvende beni en çok üzen durum: şehrin geneline sirayet eden bir umarsızlık ve 'İskenderunluluk' olgusunun oluşmamış olmasıydı. Ülkemizin her bölgesinde köyden kente göç etmiş veya sosyo-ekonomik sebeplerle memleketini bırakıp yer değiştirmiş kitlelerin yeni memleketlerine alıştığı 'doğduğun yer değil, doyduğun yer memleketindir' şiarından yola çıkarak uyum sağladığı örnekleri biliyoruz. Depremden sonra bile memleketini bırakmayan, kısa süreyle ayrılsa bile bütün alışkanlıklarını yanında götüren, beş yıldızlı otellerin konforunu terk edip konteynerlere yerleşen insanımızın memleket sevgisini sorgulamıyoruz elbette. Bu köşede hep doğru soruları sormaya özen göstereceğim demiştim; Peki bizi 'İskenderunlu' yapmayan/yapamayan şey nedir? 

Her şehrin ruhunu oluşturan bir takım unsurlar vardır. Nasıl bir insan salt bedenden oluşmuyorsa, davranışlarını, karakterini inşa eden bir fıtrat, geçmiş ve yaşanmışlıklar varsa her şeyden öte ruhu varsa, her şehrinde bir ruhu ve o ruhu teşkil eden unsurları vardır. Ziyaret ettiğinizde hoşunuza giden, 'harika bir şehir gezdik' dedirten ama tanımlayamadığınız şey tam olarak budur. Gezerken size mihmandar olan şehrin ruhudur bu ruhu oluşturan unsurlar ise kimi zaman bir ayakkabı boyacısının kırk yıldır aynı köşede olması, kimi zaman bir bank kimi zaman bir sadece bir ağaçtır. Siz şehrinizin geçmişini oluşturan simgesel kişilerin ve sembol yapıların korunmasını ve yeni nesillere tanıtılarak yaşatılmasını sağlayamadıysanız. Kentin tarihi dokusuyla, doğal unsurlarıyla uyum içinde yaşayan bir halk oluşturamadıysanız ve bu halk şehrin imkanlarından eşit faydalanamıyorsa tabi ki bir ruhtan söz edemeyiz ve tabi ki bu toplum ortak bir 'iskenderunluluk' hissini taşıyamaz. Burada büyüyen ve eğitim gören gençlerinde şehriyle ilgili bir tasarrufu olmayacaktır.

Esasen bu yazının çıkış noktası araştırmalarım esnasında denk geldiğim bir gazete küpürüydü. 7 Kasım 1976 Pazar günlü Akdeniz Gazetesi manşetten Belediye Başkanı Orhan Yanıçoğlu'nun ağzından duyuruyor: 'İskenderun'da Garajsız Apartıman Yapımına İzin Verilmeyecek'. Belki de 1970'lerin ötesinde bir karar alınmış; şehrin araç trafiğini sorunu olduğu/olacağı düşünülmüş ve bir önlem olarak bütün apartmanlara garaj zorunlu kılınarak şehrin büyük bir sorununu ortadan kaldırmaya yönelik harika bir adım atılmış. Peki şöyle bir dönüp baktığımızda sorun çözüldü mü? Tabi ki hayır... İşte burada Cicero'ya geri dönüyoruz 'kural koymak düzeni sağlamadı' kurala hiç uyulmadı belki de kural kaldırıldı. 

Bizi modern, medeni ve yaşanılabilir bir şehre kavuşturacak olan kural koymak değil, şehrimizin bizatihi kendisinin önemini anlamak, sorunlarını, ihtiyaçlarını samimiyetle  -şehrin sahipleri olan halkla- belirlemek sonrasında onların çözümüne yönelik makul adımlar atmaktır. Aksi takdirde bundan 50 yıl sonra bir araştırmacı şuan okuduğunuz yazıyı okuyacak ve 'bizden olmuyor' isimli başka bir yazıya konu olmaktan öteye gidemeyeceğiz.