Bir önceki yazıma atıfla başlamak istiyorum.

Her şehrin bir hafızası vardır. O hafıza, geçmişte yaşayanların mirasıyla şekillenir ve şehrin kimliğini oluşturur. İskenderun gibi köklü bir kentin kimliği de, tarihindeki önemli şahsiyetlere ve anılara dayanır. Ancak, geçmişe ve kentinin tarihine saygı duymayan şehirler, kendi kimliklerini eksik bırakır ve ruhsuz birer mekân haline gelirler. Az evvelde bahsettiğim üzere: Bir kentin ruhunu teşkil eden unsurlardan birisi de geçmişine ve onu oluşturan figürlere/olaylara sahip çıkmaktır.

İskenderun'un tarihiyle ilgili çalışmalara başladığım ilk günlerde en çok zorlandığım konu kentin tarihi ile ilgili kapsamlı bir çalışmanın olmamasıydı. İlk taramalarda rastladığım kıymetli yazarlarımız Refik Kireççi, Fahrettin Saraç, Mehmet Mursaloğlu gibi isimlerin çalışmaları dışında bir eser bulamamış bir hayli hayal kırıklığına uğramıştım. Bu hayal kırıklığının sebebi çalışmaların İskenderun'un kadim tarihini genel olarak anlatan yol gösterici bir eserin ortaya çıkmamış olmasıydı. Her ne kadar bahsi geçen isimlerin birbirinden güzel çalışmaları olsa da tarih öncesi çağlardan günümüze kadar uzanan akademik bir eserin yokluğu bugün hala peşinden koştuğum hedeflerden birisidir. 

Küçük yaşlardan beri şiarım şudur: 'bir yanlışlık varsa onu konuşmak yerine düzelt!'. Yaklaşık 2 yıl önce tarih öncesi çağlardan başlayarak günümüze kadar süregelen İskenderun'un tarihini yazma niyetiyle yola çıkmıştım. Şehri bilen gören ve duyanların yaygın görüşü; ' kitap olmamasının sebebi İskenderun tarihi ile ilgili yazılacak pekte matah bir argüman olmadığı' ydı. Daha ilk adımda yaptığım taramalarda bunun bir ön yargı olduğunu tespit etmiştim. Yerli ve yabancı kaynaklarda gördüğüm üzere tarih öncesi çağlardan günümüze kadar bir alanı kapsayan araştırmaların ve hatta çalışmaların varlığının görmüş ve kendi eserim için oldukça heyecanlanmıştım. Derken, Louvre Müzesinden İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde İskenderun'da bulunmuş bir çok eserin varlığını tespit ettiğimde ise doğru yolda olduğuma artık emindim.

Bu sevinç ve heyecanın bir örneğini ise yine kitabım için kaynak araştırmalarım sırasında bir internet sitesine koyulmuş ilanda kapak kısmı '' İSKENDERUN TARİHİ - Dr. Vahid Çabuk '' şeklinde bir ayrıntıya sahip olan eseri gördüğümde yaşanmıştı. Eserin kapağındaki en enteresan ayrıntı ise Vahid Çabuk'un ''Dr.'' ünvanının sonradan tükenmez kalemle yazılmış olmasıydı. Bu isme daha önce kitabım için bir makaleyi kaynak gösterirken rastlamıştım fakat kendisini tanımak ve öğrenmek nasip olmamıştı. Şükürler olsun evlatları tarafından satın alınan bu eser; Vahit beyin İskenderun tarihine ışık tutmak üzere 1982 yılında yazmaya başladığı kitabıymış ve maalesef vefatı dolayısıyla yarım kalmış. Tabi kitabı anlatmadan evvel önce doğru soruları sormak gerekiyor: Vahid Çabuk kimdir ?

Dr. Vahid Çabuk: 1946 yılında İskenderun ilçesi Cebike Köyünde (Düğünyurdu) 12 Kasım 1946 tarihinde dünyaya gelmiştir. İlk ve orta öğrenimini köyden çok uzakta İskenderun merkezinde yer alan okullarda devam etmiştir. Bir çok aydınımız gibi İskenderun Lisesi'nden 1967 yılında mezun olmuştur. Ardından İstanbul Üniversitesi Tarih bölümünü kazanmış ve burada yükseköğrenimine devam etmiştir. Arapça, Farsça ve Fransızca bilen Vahid hoca 1971 yılında lisansüstü eğitimine başlamış ardından doktora tezini ise 1987 yılında yaptığı çalışmayla sunmuştur. Memuriyet hayatı üniversite ile birlikte başlayan Vahid bey lisans eğitiminin başında hocaları tarafından fark edilip İslam Ansiklopedisi ile bağı ise yine bu yıllara dayanmaktadır. 22 yıl İslam Ansiklopedisi'ne emek veren kıymetli hocamız: Ansiklopedi Büro Müdürlüğü, Yayın Müdürlüğü gibi görevlerde bulunmuş ardından İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü'ne okutmak olarak atanmıştır. Vahid hoca bir çok dergide yayınlanan makaleleri, ulusal kanallarda yayınlanan tiyatro eseri ve şiirleriyle görüldüğü üzere bir çok alanda eserler vermiş olup basmaya ömrü vefa etmediği eserlerin başında da 'İskenderun Tarihi' kitabı yer almaktadır. Hayatı boyunca bir çok haksızlığa maruz kalmış fakat mesleği ve ülkesi için çalışmaktan geri durmamıştır. Vahid hoca ömrü vefa ettikçe eser üretmeye devam etmiş fakat 2000 yılında yakalandığı amansız hastalık nedeniyle hayata gözlerini yummuştur. 

Dr. Vahid Çabuk hocamızın mekanı cennet olsun gerçekten çok büyük bir emek ve gayretle harika eserler üretmiş bizlere harika birer miras bırakmış. Geride bıraktığı en güzel kıymet ise mirasının kıymetini bilen evlatları olsa gerek. Hocamızın ardında bıraktığı eserlere -tanışmaktan şeref duyduğum-  evlatları Burak Fazıl Çabuk ve Kenan Çabuk sahip çıkmakta, emsali az görülen bir vefayla geçtiğimiz sene 'İskenderun Tarihi' kitabını yayınladılar kendilerine bu vesile ile teşekkür ederim. Dr. Vahid Çabuk hocamızın kabri bugün Cebike köyünde yar alıyor ve takdir edersiniz ki evlatları ve ailesi dışında pekte ziyaretçisi yok, kentin kimliğini oluşturan bu değerlerimizin kıymetini hatırlatmayı kendime görev biliyorum ve aynen hocamızın bizlere bıraktığı gibi bu yazımı hocamıza ayırmaktan şeref duyuyorum.

Geçtiğimiz hafta Remzi Cerrahoğlu için yazmış olduğum yazıyı kendimi hiç yormadan kopyala/yapıştır yapsam yeriydi çünkü Vahid Çabuk için de aynı ilgisizlik, vefasızlık ve hatta umarsızlık devam etmekte. Eserlerini tek tek yazmadım ilgisi olanlara tek tek eserlerini incelemeyi tavsiye ediyorum. Bir tarih aşığı gece gündüz çalışsa ardında ne kadar bırakabilir diye düşünürdüm, hocamız bu soruya lisanı halle cevap vermiş... Ve biraz imrenerek biraz kıskanarak belirtmeliyim ki hem benim hem de tarihçiler için ulaşılması zor bir yere hedef koymuş. 

Bugün şehrin tarih ve turizmle hemen hemen hiçbir bağı kalmamış durumda. Bir çok sorunun ortadan kalkmasını sağlayacak ve hatta 'İskenderunluluk' şuurunu onarmamıza temel teşkil edecek kent arşivi ve yine öğrencilere ve araştırmacılara pusula olacak bir kütüphane kurulmalıdır. Yine hepimizin malumudur ki kurulacak böyle bir esere verilmesi gereken ilk isim ''Dr. Vahid Çabuk'' olmalıdır. Dile getirdiğim bu durum bir teklif veya ricadan ziyade omuzlarımıza yüklenilmiş bir sorumluluğu hatırlatmaktır.

Kent tarihi araştıran ve hatta her hangi bir konuda araştırma yapan birisi için ilk bakılacak yer kent arşivi veya kütüphanedir kentin bu büyük eksikliğini araştırmalarımın başında görmüş kendi çabamla bunu aşmaya çalışmıştım. Geçtiğimiz yıllarda büyük bir çaba -ve eşim Ayşegül hanımın desteğiyle- kendi kendime zengin bir koleksiyon kurmuştum yakın zamanda  çıkan haberlerden de gördüğünüz üzere artık bu arşiv Türk Tarih Kurumu'na emanet. Tebrik eden bütün arkadaşlarıma ve beni takip eden tarih sevdalılarına teşekkür ederim fakat daha önemli ve kıymetli olan beni tebrik etmek değil bir kent arşivi ihtiyacının su kadar hava kadar önemli olduğunu her yerde duyurmak ve yetkililerden talep etmektir. Hepinizi bu hassasiyete davet ediyorum, bir şehrin kültür dünyasını okumak, öğrenmek ve idrak etmek bütün vatandaşların asli görevidir.