“Konuşacak çok şey var ama konuşacak kimse kalmadı.” , “Bizi hasret saracak.” , “Umudunu yitirme, geri döneceğiz Hatay.” , “Gitmedik ki geri dönelim.” , “Umut dolu yarınlar.” ve “Mutlaka bir gün her şey güzel olacak.” …


       [email protected]

      Bunlar, büyük felaketten sonra deprem şehirlerinde sağlam kalmış bazı duvarlara sprey boyayla yazılmış yazılardan sadece bazıları. 
      Yaşanan ve halen yaşanmakta olan kahır dolu acılar, kimsesiz kalan, sevdikleri avuçlarının arasından kayan ve ne yazık ki her şeyini yitiren insanlar…
      Tüm vefat edenlere rahmet, geride kalanlara baş sağlığı ve sabır, yaralılara ise acil şifalar ve bir an önce toparlanmaları için kuvvet diliyorum.
       Bunun üstesinden nasıl gelinir gerçekten bilemiyorum. Ateşin düşmediği hiçbir yer yok. Canı yanmayan hiç kimse yok. En azından bir sevdiğini kaybetmeyen hiçbir insan yok. Nasıl bir acıdır bu? Bunun tarifi de yok.
     Çok şey yazıldı ve çizildi. Halen gündemin en üst sırasında. Ülke seçimlere gidiyor olsa da deprem şehirlerinin en çok konuşulan konu olması dayanma gücünü artırıyor.
      Aksayan yönler, yetersizlikler, kurtarılabilecek çok daha fazla canlar varken çaresiz kalmalar, onlar, bunlar şunlar! İnanın kim ne derse, hiçbir yetkilinin ağzını açıp bir şey söyleme hakkı yok. Canın nasıl yandığını, ateşin düştüğü yeri nasıl da kavurduğunu duyarlı insanlar olarak bir kez daha yaşadık.
      İki aydır her kesimden insanın hemfikir olduğu konu ise bu büyük felakette, özellikle ilk günlerde devleti yönetmekle yükümlü olan hükümetin yetersiz kaldığıdır. Depremi yaşayan insanlar çok uzaklardan ahkam kesen zavallıların kendilerini temize çıkarma çabalarının realiteden ne kadar da uzak olduğunu çok net görüyorlar. Başka bölgelerde olan ve depremi yaşamayan taraftarlarının gözlerini boyamaları, deprem şehirlerine zamanında yetiştiklerini ve hükümetin her tarafta olduğunu o insanlara söylemeleri, yandaşlarının gözünde puan almalarını sağlayabilir ama inanın ızdırap çeken depremzedeler için koca bir yalandan başka hiçbir şey değildir. 
       Kısacası; ilk günler devletin var olduğunu hissettirmesi gereken hükümet, maalesef yoktu. Ama kim vardı biliyor musunuz? Millet vardı. Hem de dibine kadar vardı. Gönüllüler vardı. Minicik otomobiline azıcık erzak koyup, kilometrelerce yoldan karınca kararınca destek olmaya gelen,  güzel kalpli insanlar vardı.
     Kaybımız çok, acımız büyük…Bu yas uzun sürecek. Normale dönmek hiç de kolay olmayacak. Birçok insanın hayatı paramparça…Her şey bir anda tekrar güzel olmuyor. Güzel kelimeleri sayfalara dökmek çok basit; lakin gerçekler öyle değil. Zamana bırakıp, beklemek gerekecek.
     Yazının son bölümünde üzerinde durmak istediğim konu ise gönüllüler. Hem dışarıdan gelen hem de içeride olan ve her türlü yardıma koşan güzel insanlar. 
      İş makinaları yokken enkazlara dalıp elleriyle moloz atan,  kazma ve kürekle nefes almadan yardım çığlıklarına yetişmeye çalışan, insanlar üşümesin diye her köşede ateş yakan, ertesi gün yardım tırlarından battaniye, erzak, su dağıtan güzel yürekler…Sağdan soldan kendi gücü nispetinde yardım toplayıp, o çaresiz insanlara destek olmaya çalışan iyi kalpli yardımseverler.
     Yok efendim reklam yapıyorlar-mış! Yok efendim şov yapıyorlar-mış! Valla kardeşim neyin kafasını yaşıyorlarsa yaşasınlar! Depremzedeleri ilgilendiren  tek şey o anda yaptıkları yardımlar. Ve iyi ki yapmışlar. Hepsinin yüreğine sağlık. Sadece bir damacana suyu komşusuna ve ihtiyacı olana veren insanlara bile helal olsun. İyi ki var olmuşlar. 
     Bu kokuşmuş düzende o sıradan yardımseverlerin yaptıkları, insanların hem içini hem de dışını ısıttı. Bütün alkışlar onlara. Siz hep var olun.
      Gücü nispetinde elinden gelen gayreti gösteren bütün yardımseverlere helal olsun. “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” atasözünün bir kez daha önemi kavranılmış oldu. Yaralar bu şekilde daha çabuk sarılacak. İyi ki varsınız güzel insanlar…Her bir yüreği içtenlikle sahiplenişinizi tarih mutlaka yazacaktır…