BAŞKALARI NE DÜŞÜNÜR?

Merhaba Sevgili Dostlarım;

Yine biraz ara verdik konuşmaya ve hasret gidermeye! Ben sizleri özlüyorum; kimlikleriniz olmasa da benim dilimden anlayanlar var ve ben biliyorum!..

Hayatım boyunca kelimeleri dikkatli seçtim, kiminle konuştuğuma, zamana ve olaylara göre seçmeye çalıştım.

Onların gücüne ve enerjisine inandım! Ne söylediğiniz ve nasıl söylediğiniz çok önemli kelimeleri; ben yazarken kalbimden geldiği gibi kullanıyorum kelimeleri ve genelde düşük cümle kullanıyorum. Tıpkı konuşur gibi.

Makaleler, köşe yazıları, bilgilendirmeler yazabilirim! Size uzun uzun tavsiyelerde bulunabilirim ama ben bu yolu seçtim; bu da benim yolum.

Takipçilerimiz arttıkça; eleştiriler de duymaya başladım; konuyu dağıttığımı söylemiş birisi; ben aslında konuyu dağıtmıyor, odaklar ve farklı bakış açılar oluşturuyorum okuyucuya!

Ben bunları yazarken yazının tam ortasında oluyorum! Ve yazı bitinceye kadar sanki çok sevdiğim birisiyle konuşuyor gibi yapıyorum! Aslında bende kalırsanız konu dağılmaz ve içinizde hissedersiniz yazdıklarımı!

Bir yazar olma yolculuğum aslında sizinle başladı; sevgili Ufuk Aktuğ yaz ve paylaşalım deyince kendime güven geldi ve bu günlere geldik; belki bu kısa paylaşımlarımız bir kitap olur ve ilk okuyan siz olursunuz.

Şimdi konuyu dağıtmadan başlığa gelelim mi?

Başkaları ne düşünür diye yaptıklarımıza! Başkalarının hayatımıza nasıl yön verdiğine ve hayattan kaçırdıklarımıza.

Bizim çocukluğumuz kendi halinde yaşayan, keskin kuraları ve gelenekleri olan küçük bir toplulukta geçti!

Çünkü yaşantımız hep başkaları içindi; misafir odamız vardı; kimse giremez misafirler gelince ağırlardık; dolaplarımızda misafir şekerleri vardı ve ben yıllarca misafir şekerlerini farklı tada sahip bilirdim. Gülmeyin gerçek; ve o kolonya bile ayrıydı.

Şehir dışından  misafirimiz geldiğinde var olan tek masamızda onlar yemek yerdi biz yer sofrasında; yataklarımızda onlar yatardı; biz hep yer yatağında; ama çok eğlenceliydi..

Bunların hiç biri aslında psikolojimizi falan bozmadı; o zaman doğal olan buydu; zaten çocuklar çok konuşmaz, olur olmaz gülmez; karnı acıksa bile söylemezdi; şaşırıp ayıplamayın; o zamanki çocuklar buna tepki vermezdi uyum sağlardı.

Geçen yıllar içinde olağan gelen bu yaşam biraz yön değiştirdi ve büyüdük; korunaklı, belli bir kültürü olan toplumdan çıkıp metropollerde eğitim için yaşamaya başladık; hiç unutmuyorum üniversitenin ilk yıllarında hep elimi kaldırıyor; ne zaman söz alsam kıpkırmızı oluyorum ve hep kayboldum şehirde; sonra bu kayboluşlarla yolumu daha çabuk buldum.

Çevre baskısı beni aslında kendimi ifademe engel olmuştu; Neden! Niçin! Nasıl! Sorgulamıyorum on yedi yaşında olsam da…

Ben şimdi bunu üç yaşından itibaren öğretiyorum. Biraz trajikomik değil mi? Hala benim için çevrenin ne dediği ve benim için düşünceleri çok önemli; ne kadar bunları aştım desem de…

İçimdeki suskun çocuk yıllarca mücadele etti; bu çevreyle; ben saygılı oldukça onlar kırdı beni, yine de benim sınırımı aşamadılar…

Ben yine onları kapıda karşılayıp, en güzel yemekleri yapıp, en iyi yerlerde uyuttum...

Bazen hayatımızda olan olumsuzluklar hep bir iyiliğe müjdecidir. Çok bizi inciten şeylerden sonra öğrenir af eder ve kucaklarız. Bence büyük olmak budur.

Bırakın onlar bizi kalplerine göre eleştirsinler ve bizi tanımadan; sizin için uygun kalıplara soksunlar!

İçinizdeki suskun çocuk beklesin; herkesin günü gelir; Ve bu dünyada kimse yaşattığını yaşamadan ölmez! Bekleyin!

Bu el günün kötülüklerini olumsuzluğa çevirmekte sizin elinizde!

Bizim içimizdeki çocuklar bir gün onlarında misafiri olacak!

  Sevgiyle Kalın!