AHHH İSKENDERUN!...

         Küçük bir sahil kasabasından 250.000 kişilik koca bir şehre… Evet, 70 yılda değişen, dönüşen ve gerçek kimliğinden bambaşka bir biçime evrilen güzel şehrimiz; bahtsız İskenderun’umuz. 

         Sakin, huzurlu, kavgasız;  herkesin birbirini tanıyıp selam verdiği, birbirini sevip saydığı o güzelim küçücük sıcak kasabadan, yeşilin yok edildiği, paragöz insanların daha fazla para kazanmak için üzerine yaptığı şekilsiz, çirkin ve tek tip binaların inşa edildiği, emsal şehirleri gibi değişen modern dünyadaki yapılanmalardan hiçbir şekilde nasibini alamamış, her bir ferdinin birbiriyle kavga ettiği, çok farklı kültürlerin birbirini anlamadan, daha doğrusu anlamak istemeden;  ama birlikte yaşayarak kendi öz kültürünü kaybetmeye yüz tutmuş, bugünkü büyümüş, keyifsiz ve soğuk şehre nasıl gelindi?

         O güzel sakin ve samimi sahil kasabasını özlüyoruz belki de. Ama zamanı geriye sarmamız ne yazık ki mümkün değil. Aslında globalleşen ve küçülen dünyada birçok değişimin olması son derece normal bir durum. Lakin burada bizi üzen asıl konu, İskenderun’un gerçek kimliğini yitirmiş olması ve bununla ilgili ne uzak geçmişte ne yakın geçmişte ne de bugün hiç kimsenin en ufak bir çaba göstermemiş olması. Oysa şehirleşmeye başlandığında kendi değerlerini ve kültürünü göçle gelmiş insanlara çok rahat bir şekilde empoze  edebilir, oluşan karma kültüre rağmen o güzelim kasaba kültürünü şehirleşirken de korur, kozmopolit bir yapı oluşuyor olsa da bu durumu sürdürür  ve yaşatabilirdi. Kolaya kaçıldı, kimse elini taşın altına koymadı. Umursamaz davranıldı ve maalesef bugünkü yavan ve artık kimliği olmayan insanlar topluluğunun yaşıyor olduğu sahipsiz bir kent ortaya çıktı.

                Kaybedilmiş ve yaşatılamamış olan o birleştirici değerlerin yok olması, sonraki jenerasyonların bu şehirdeki her kesimle bütünleşememesini ve ortak paydada buluşamamalarıyla birlikte;  doğdukları, ekmeğini yedikleri güzelim İskenderun’a hiçbir konuda sahip çıkmamalarına sebep oldu. Şehircilik, hemşehricilik ve İskenderunluluk olgusunun gelişmemesi sanatta, sporda, siyasette bir bütünlük sağlayamadı ve bütün bu konularda İskenderun diğer şehirlerin aksine çok gerilerde kaldı. Geçmişte bu şehrin sürekli hareketli olmasını sağlayan bir yığın unsurun yavaş yavaş elimizden kayıp gitmiş olmasına ses çıkarmayanların vebalinin ne kadar büyük olduğu ortada.  

       Bir İskenderunlu olarak bu duruma üzülmemek elde değil. Dedelerimizin, babalarımızın ve bizim hayatlarımızın geçtiği kaderine terk edilmiş, kimliğiyle birlikte aynı zamanda kendi öz kültürünü de yitirmiş olan bu kadim kentin, tamamıyla teslim alınmış olması çok acı. Bana göre asıl dramatik olan, bu şehri geçmişte var eden ama daha sonra deforme olup kaybolan kendi özgün kültürünün, bundan sonra asla geriye dönemeyecek olması.

        Bir yeri var eden ve güzelleştiren nasıl ki insanlarsa, bir yerin yok olmasını ve özelliğini yitirmesine  neden olan da yine insanlar oluyor. O nedenle kentlerin kendi içlerinden yarattıkları, kendilerine has güzellikleri her zaman korumaları ve orada yaşamak isteyen insanların kent kültürünü yok etmeden, o kültüre entegre olmaları gerekir.

       Dokusunu korumuş, özünü yitirmemiş,  sıcak, mutlu, hoşgörülü insanların yaşadığı, temiz ve yeşil şehirlerde nefes alabilmeniz dileğiyle…