Bazı dönemler vardır, tarih kitaplarına birkaç cümleyle sığdırılsa da bir halkın hafızasında nesiller boyu yankılanır. İskenderun’un 1918–1938 arasında yaşadığı Fransız işgali işte böyle bir dönemdir. Sadece askeri bir işgal değil, aynı zamanda bir bellek kırılması, bir kimlik aşındırma süreciydi.

Yıkılan yalnızca binalar, düzenler değil; halkın onuru, dili, çocukların oyun alanı, kadınların duaları, erkeklerin bakışlarıydı. Bugün şehrin sokaklarında bu dönemle ilgili neredeyse hiçbir iz kalmamış gibi görünse de arşivler, hatıralar ve kimi zaman yaşlı bir gözün uzaklara daldığı anlar, bu suskun geçmişi fısıldamaya devam ediyor.

Manda Rejimi

1918’in Kasım ayında, Mondros Mütarekesi imzalanır imzalanmaz Fransız birlikleri İskenderun’a çıkarma yaptı. Osmanlı fiilen dağılmıştı ama sahada her şey henüz bitmemişti. Fransızlar bu kenti sıradan bir yer olarak görmüyordu. Zira İskenderun; Akdeniz limanına sahipti, Kahire’den Halep’e uzanan hattın tam ortasında yer alıyordu ve Ortadoğu haritası yeniden çizilirken bu liman “stratejik bir geçiş noktası” olarak görülüyordu.

Fransız belgelerinde şöyle geçer: “Un port de transition stratégique entre la Méditerranée et le cœur de la Syrie.” (Akdeniz ile Suriye’nin kalbi arasında stratejik bir geçiş limanı) Bu tanım bile tek başına, neden önce buraya geldiklerini açıklıyor. İskenderun yalnızca bir şehir değildi onlar için; bir üs, bir anahtar, bir kapıydı.

Sessiz Direniş

İşgalle birlikte halk üzerinde yoğun bir baskı dönemi başladı. Fransız askerleri özellikle Müslüman Türk ve Arap nüfusu hedef aldı. 1919–1921 arasında Osmanlı’ya yakın durduğu düşünülen yüzlerce kişi sorgulandı, bazıları tutuklandı, bazıları ise bir daha hiç dönmedi.

O dönemden kalan İskenderun arşiv belgelerinde geçen bir kayıt dikkat çekicidir: “Mahallede gece vakti evine Fransız askeri giren Hacı Halil Efendi’nin ailesi, korkudan sokağa dökülmüş; sabaha kadar kadınlar camide beklemiştir.” Bu satırlar, işgalin yalnızca siyasi değil; gündelik hayatta, evlerde, kalplerde nasıl bir korku yarattığını anlatır. İşgal, tankla topla gelmemişti sadece. Kapıları çalmıştı. Üstelik gece vakti.

Fransız Eğitimi

Silahın sustuğu yerde kalem devreye girdi. Fransızlar özellikle çocuklar ve gençler üzerinden bir kültürel dönüşüm inşa etmeye çalıştı. Fransızca okullar açıldı. Yerel yöneticilik görevlerine Hristiyan ve Ermeni azınlıklardan isimler atandı. Türk ve Arap kimliği, sessizce dışarı itildi. 1924 tarihli bir eğitim raporuna göre, o dönemde İskenderun’da faaliyet gösteren 17 okuldan sadece 3’ü Türkçe eğitim veriyordu. Geri kalanlar ya Fransızca eğitim yapıyor ya da misyonerlerin elindeydi. Kur’an öğretmenleri “gerici” ilan edildi, cami çevresinde çocuk eğitimi verenler hakkında tutanaklar tutuldu. Bu sadece bir eğitim politikası değildi. Bu, doğrudan kimlik biçimlendirme çabasıydı.

Sessiz Mücadele

İskenderun halkı ilk adımda örgütlü bir silahlı direniş başlatmadı belki. Ama boyun da eğmedi. Direniş camilerdeki vaazlarda, evlerde gizlice sürdürülen ders halkalarında, liman işçilerinin başlattığı grevlerde kendini gösterdi.

1921 tarihli bir Osmanlı telgrafında şöyle denir: “İskenderun’da liman hamallarının tamamı, işgal kuvvetlerine yük taşımayı reddetmiş; Fransız kumandanı bu sebeple Halep’ten askerî takviye istemiştir.” Bu cümle, direnişin silahsız ama kararlı bir ifadesidir. İnsanlar yalnızca susmayı değil; yer yer hayır demeyi, taşımamayı, katılmamayı da birer eyleme dönüştürdü.

Arşivlerden Gönüllere

İşgale dair belgeler yalnızca Fransa Dışişleri Bakanlığı'nın arşivlerinde ya da Osmanlı diplomasi kayıtlarında değil aynı zamanda İskenderun evlerinde de yaşıyor. Eski mektuplarda, yıpranmış hatıra defterlerinde, aile büyüklerinin ağzından çıkan birkaç cümlede.

1970’lerde yapılan bir sözlü tarih görüşmesinde yaşlı bir İskenderunlu kadının şu sözleri kayıt altına alınmış: “Biz çocukken Fransız askerlerinin yürüyüş sesini duyunca hemen saklanırdık. Dedem, namazda bile Fransızlardan korktuğu için dua edermiş gizlice.”

Bu cümle, tarih kitaplarına yazılmaz belki. Ama o dönemin ruhunu, sokağın havasını, evin içindeki korkuyu tarif etmek için bundan daha güçlü bir belge de yoktur.

Şehrin Hafızasını Geri Almak

İskenderun’un Fransız işgali altındaki yılları sıradan bir sömürgecilik hikâyesi değildir. Bu dönem aynı zamanda kimliğin, inancın ve aidiyetin sınandığı, halkın sabırla direnerek kendini korumaya çalıştığı bir devredir. Bugün bu döneme ait izler ya yıkılmış ya da unutturulmuştur. Eski Fransız karargâhı binası, mahkeme arşivleri, Fransızca eğitim belgeleri… Ya toprak altında ya da tarih kitaplarının dışında bir köşede duruyor.

Ama şunu unutmamak gerekir: Bir şehir, geçmişiyle yüzleşmediği sürece kendi geleceğini de inşa edemez. Ve bazen en sessiz taş, en çok şeyi anlatır.