Özel bir televizyona röportaj veren İSTE Öğretim Görevlisi Sıtkı Alper Özdemir “İskenderun depremin etkisi altında fay hatlarında büyük bir hareketlilik gerçekleşti ve şehir merkezide de fay kırıkları oluştu. Fay kırıkları İskenderun zemin koşulları neticesiyle hem taşıma gücü kapasitesi zayıf hem de siltli kil dediğimiz yeşilimsi bir malzeme var ki, deprem anında da kılcal çatlaklardan bu malzemenin fışkırdığını gördük” dedi.

KENTİN 50-150 SANTİM ALTI SU!

İskenderun’da yer altı suyunun 50 ile 150 santim derinlikten çıkabildiğine işaret eden Sıtkı Alper Özdemir “Yeraltı suyu kılcal çatlaklardan yüzeye doğru fışkırırken, zemin yapısında bulunan siltli kil malzemesini de yüzeye çıkardı. Bu malzemenin varlığını sahil kesimi başta olmak üzere birçok yerde de gözlemleyebiliriz” diye konuştu.

ZEMİN SIVILAŞMA AÇISINDAN RİSKLİ BÖLGEYİZ

Zeminde taşıma kapasitesinin düşük olması ve deprem anında sıvılaşma riskinin ortaya çıkmasına dikkat çeken Özdemir, “Özellikle zemin iyileştirme uygulanmadığı binalarda ki temin iyileştirme uygulanan binalarda da görüyoruz. Binalarda düşeyde deplasman yaptığını görüyoruz. Kaldırımdan bir kot çekilirse, 45-50 santim düşeyde bir deplasman yaptığını ve binalarımızın oturduğunu, aşağı doğru çöktüğünü gözlemleyebiliyoruz. Zemin sıvılaşma açısından riskli bölgeyiz, deprem anında, zemin içerisindeki bir yapıdan dolayı bir sıvılaşma söz konusu, bu durum şunu getiriyor, binalarımızda farklı oturumlar olduğunu, temelin düz bir şekilde tamamen komple oturmadığını, bölgesel olarak farklı oturumla olduğunu gözlemliyoruz” şeklinde konuştu.

SIVILAŞMA AÇISINDAN DA YÜKSEK RİSKLİYİZ

Henüz karkas sistemde, taşıyıcı sistemler hasar almamış yapıların bile farklı oturumdan, sıvılaşmadan kaynaklı olarak binaların yan yattığını belirten Özdemir “Tamamen yıkılarak yan yattığını ya da belli düzeyde, derecede deplasman yaptığını, ki biz bunu inşat mühendisliği açısından %2 olarak tabirleriz, %2 bizim sınırımızdır. %2’nin üzerinde düşeydeki herhangi bir deplasman durumu binanın artık düşey akstan kaydığını belirtir, yani ağır hasarlı konumunda değerlendirilmesi gerekir. İskenderun gibi Antakya ve Kırıkhan ilçelerimizde de sıvılaşma açısından da yüksek riskliyiz ki, kot olarak da biz deniz, sıfır kotundayız İskenderun olarak” diye konuştu.

DOĞA ORJİNAL HALİNİ İSTİYOR

İskenderun sahilinin 1960’lardan itibaren birçok kesimlerinde doldurulduğunu gözlemleyebildiklerin hatırlatan Özdemir şunları paylaştı: “Aslında deprem bize şunu ortaya koydu, doğa orijinal halini istiyor. Bizden ve bu orijinalden çıktığımız zaman ki şehir merkezinde zemin taşıma kapasitesi gücü düşük olduğu için buna da mühendislik mimarlık hesapları yeterli olmayan zemin iyileştirme yöntemleri ve denetim faaliyetleri kurulmadığından dolayı da, zemin iyileştirme yapılmayan binalarda zaten gözlemliyoruz. Onun haricinde yeni yapılmış binalarda da zemin iyileştirme metotlarının da uygulanmasına rağmen bunların yeterli olmadığını, dayanamadığını düşeyde de deplasman yaptığını binalarda gözlemleyebiliyoruz.

NASIL BİR ÖNLEM ALINMALI?

Biliyoruz ki bugünkü teknolojiyle inşaat faaliyeti her zeminde yürütülebilir. Bunun en net örneği limanlarımız. Suyun üzerine bile yapılarımızı inşa edebiliyoruz. Ancak burada etki düzeyi ve alanı çok büyük depremler neticesinde fay hatlarımızda son durumumuzun, mikro bölgeleme sistemiyle çıkarılması lazım. Bunları küçük alanlardan, ilçe bazlı, ilçe bazlıdan da il bazlı olarak çıkarmalıyız. Aynı şekilde fay hatlarında yapılacak bu tespitten sonra zemindeki sıvılaşma durumu ve zemin taşıma gücü kapasitelerinin yine mikro bölgeleme sistemiyle analiz edilmesi bunların, raporlanması lazım. bundan sonra imar planlarımızda verilecek kat irtifaklarına karar verilmesi için hem de yapım tekniklerinin doğru bir şekilde analiz edilip mühendislik, mimarlık hesapları ve bilim temelli inşaat faaliyetleri yürütülebilmesi için bu tespitler çok önemli.”