Çünkü güç, çağlar boyunca yalnızca altınla değil, gıda, enerji, su ve hatta bilgiyle ölçülmüştür. Dün arpanın önünde eğilen baş, bugün enerji baronlarının, teknoloji devlerinin, finans imparatorluklarının kapısında eğilmektedir.
Düşünelim; Bir zamanlar arpa hem ekmeğin hem de hayatın karşılığıydı. Bugünse doğayı ve iklimi kontrol edenler insanlığın yeni '' Arpa Sahipleridir.” Yapay yağmurlar, iklim mühendisliği, güneş ışığının dahi kontrol altına alınabileceği projeler. Bunların hepsi bize şunu gösteriyor; insanlık yalnızca dünyayı paylaşmıyor, dünyayı sahiplenmeye çalışıyor. Yağmur damlasının bile kimin toprağına düşeceğine karar vermek isteyen bir güç anlayışıyla karşı karşıyayız. Fakat burada sorulması gereken asıl soru şudur:
Doğa insanın emrine girebilir mi?
Ya da daha doğrusu:
Girmeli mi?
İklimi kontrol altına almak, yağmuru satın alınabilir bir meta haline getirmek, güneşi bir ticaret unsuruna dönüştürmek aslında yeni bir kölelik biçiminden başka nedir?
Bugün insanlık, kendi elleriyle zincirini örüyor. Çünkü yağmur, güneş ve toprak üzerindeki hakimiyet birkaç gücün eline geçtikçe geri kalan milyarlar tıpkı Sümer' 'de olduğu gibi kapıda bekleyenlere dönüşüyor. Sözde ilerleme dediğimiz şey eşitsizlikleri daha derinleştiriyor. Bir tarafta doğayı satın alabilecek, iklimi manipüle edebilecek kadar adi planlar var diğer tarafta ise yağmuru bekleyen çiftçiler, toprağına düşmeyen güneşi özleyen halklar, ekmeğini bulmak için kapıda bekleyenler...
Sümer atasözü, ne yazık ki insanlığın hâlâ uyanmadığı bir uykunun yankısıdır.
Belki de yapılması gereken, bu sözü tersine çevirmektir. İnsanlık, altını ve arpası olanın kapısında beklemekten vazgeçmeli, kapıları yıkmalı, hayatın en saf kaynağı olan doğayı tekrar ortak miras olarak görmelidir.
Çünkü aksi takdirde geleceğin en büyük savaşı altın ya da petrol için değil, su damlası ve güneş ışığı için çıkacaktır.
Zehirsiz topraklar, gürül gürül akan çağlayanlar ve bol güneş ışığı diliyorum.
Haftaya görüşmek dileğiyle.
Sevgiyle kalın